Bireyin hak sahibi olduğuna dair bilinçaltı psikolojik bir duyguya dayanmadıkça, tam sosyal adalet sağlanamayacak ve uygulanması ve hayatta kalması garanti edilmeyecektir
İslam hukukunda, her iki dünyada da insanların menfaati için tesis edilmiştir ve insana sosyal adalet de dahil olmak üzere adalet ve ihsan her zaman emredilmiştir. Sana iyilik eden birine , bozgunculuk isteme. Çünkü İslam, adalet de dahil olmak üzere güzel ahlakı ve amelleri tamamlamak üzere gelmiştir. Rasulullah (sav) Arap kabilelerini İslam’a davet etti ve içlerinden biri: “Bize neden Kureyş’in kardeşi diyorsunuz?” dedi. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah adaleti ve iyiliği emreder.” [Nahl: 90]. Sosyal adalet, toplumların rönesansında ve yetişkin devletlerin inşasında meşru bir amaç ve önemli bir ahlaki değerdir. Bireyin hak sahibi olduğuna, grubun buna ihtiyacı olduğuna ve bunun Yaratıcıya itaate götürdüğüne dair bir inanca dayalı bilinçaltı psikolojik bir duyguya dayanmadıkça, tam bir sosyal adalet sağlanamayacak ve uygulanması ve hayatta kalması garanti edilmeyecektir.
İslam, insan vicdanının Allah’tan başkasına ibâdetten ve Allah’tan başkasına teslimiyetten kurtuluşu ile başlamıştır.Yerde ve gökte O’nunla Allah arasında hiçbir aracı ve şefaatçi yoktur ve yalnız Allah’tır. Gücü yeten ve O’ndan başkası kuldur, ne kendilerine ne de başkasına malik olurlar: De ki: O, Allah’tır, tektir. [İhlas: 1-4]. Ve eğer Allah bir ise, ibâdeti birdir ve herkes O’na yönelirse, başkasına ibadet yoktur ve başka kimsenin hükümdarlığı yoktur ki, insanlar Allah’ı bırakıp da birbirlerini rabler edinmesinler ve hiçbir kimse onların işi ve takvası dışında bir diğerine tercihleri vardır: {Aramızda denk olan bir söze gelin. Allah, biz O’na hiçbir şeyi ortak koşmayız ve Allah’tan başka hiçbirimizi rabler edinmeyiz) [Al-i İmran: 64].
Vicdan, Allah’ın kullarından birine ibadet ve teslimiyet duygusundan kurtulursa ve Allah ile tam bir temas halinde olduğu duygusuyla dolarsa, o kişi yaşam korkusu, korku duygusundan etkilenmeyecektir. Rızık için, ya da statü korkusu, ancak İslam, insanlar için şeref ve haysiyet kazanma ve onların ruhlarında hakkı yayma, adaleti koruma ve tüm bunların yasamanın yanı sıra olmasını sağlama konusundaki hevesinden kaynaklanmaktadır; Hiçbir insanın ihmal edemeyeceği mutlak sosyal adalet; Bütün bunlar için hayat, geçim ve statü korkusuna karşı özel bir özen göstermek demektir, çünkü hayat Allah’ın elindedir ve hiçbir canlı bu hayatı bir saat, bir saat eksiltmeye muktedir değildir ( Sosyal Adalet, Seyyid Kutub, s.: 45)
Hiçbir kimse Allah’ın yazılıp bir süreye bağlanmış izni olmadan ölmez. Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz; ve şükredenleri ödüllendireceğiz. [Al-i İmran: 145].
Kuran’da ise yoksulluk korkusunun, şeytanın nefsi zayıflatmak, onu Allah’a ve başkalarına tevekkül etmekten alıkoymak telkininden kaynaklandığı bildirilmektedir. Çünkü onların rızkı yalnız Allah’ın elindedir ve O’nun aciz kullarından hiçbirinin bir kimsenin rızkını kesmeye gücü yetmez, rızkını hiçbir şeyde kısıtlamaz ki bu, sebepleri ve amelleri ortadan kaldırmaz, bilakis kalbe kuvvet verir, vicdanı teşvik eder. Bu şekilde, Kuran’ın rehberliğini ve İslam’ın yönünü anlamalısınız, çünkü bu onun hidayete, İslami mevzuata ve sosyal adalete genel yaklaşımı ile tutarlı olan anlayıştır. (Fathi Al-Sayed, Abdo Abu Sayed, s. 85)
İnsan ruhu, liderlerin esaretinden, ölüm, zarar, yoksulluk ve aşağılanma korkusundan, tüm dışsal düşüncelerden ve toplumsal değerlerden kurtulabilirse, kendisine, arzularına, hırslarına ve kaprislerine teslim olur. Tüm kısıtlamalardan duygusal özgürleşmeden kurtulmak için dışarıdan kaçtığında kısıtlama ona içeriden gelir; sosyal adaletin sağlanmasına engel teşkil etmektedir.
Bu kurtuluş, İslam’da sosyal adaleti inşa etmenin temel taşlarından biridir ve sütunların dayandığı ilk sütundur.
İnsan vicdanı bu duygusal özgürleşmeyi sezerse, eşitlik hakkını talep edecek ve bu hakkı belirlemeye çalışacak ve onu bir alternatif olarak kabul etmeyecektir.İslam, bazılarının iddia ettiği ve iddia ettiği bir dönemde eşitlik ilkesini belirlemiştir. onların tanrıların soyundan geldiğine ya da damarlarında asil mavi kanın aktığına inanıyorlardı ve efendinin kölelerini öldürmesinin ve efendilerin türünden farklı oldukları için onlara işkence etmesinin caiz olduğu bir zamanda, Bu kez İslam, kanun önünde ve Allah’ın huzurunda bu dünyada ve ahirette eşitliği hükmetmeye geldi, Arap’ın Arap olmayana takva dışında bir tercihi yoktur. Bu dönemde İslam, insan ırkının kökeninde ve kaderinde, yaşamında ve ölümünde, hak ve ödevlerinde, kanun önünde ve Allah’ın huzurunda bu dünyada ve ahirette birliğini tesis etmeye geldi.
İslam, soy ve aile bağnazlığının masumiyetinin yanı sıra kabile bağnazlığı ve ırkçılığından da kurtulmuş, böylece Batı medeniyetinin bugüne kadar ulaşamadığı bir düzeye ulaşmıştır (İslam ve Sosyal Adalet, s.: 61).
Toplumsal karşılıklı bağımlılığa gelince, bireyin özgürlüğünden yararlanırken belirli sınırlar içinde durmasında özel bir çıkarı olduğunu ve toplumun üstün bir çıkarının olduğunu ve bireylerin özgürlüğünün sona ermesi gerektiğini dikkate alır.
İslam en güzel şekliyle bireye hürriyeti, en doğru anlamıyla insan eşitliğini bahşeder ama onu kaos içinde bırakmaz.Toplumun hesabı vardır, insanlığın hesabı vardır, dini amaçların bir değeri vardır. bireysel özgürlük karşılığında bireysel boyun eğme ilkesine dayanır ve onunla birlikte bireyi ve grubu da içine alan kolektif boyun eğmeyi belirler, buna toplumsal dayanışma diyoruz.
Kaynak: Dr. Ali Muhammed el-Sallabi, İslami Perspektiften Sosyal Adalet, Dar İbn Kesir, 1, 2015, s.: 172-176.
Katılın!
Yorumlar