GEÇMEYEN GEÇMİŞ

Telefon acı acı çaldı.

Sanki gece saatlerinde çalınca acılaşıyordu bu alet.

Bir de içim sıkıldığında…

Annem her zamanki gibi paniklemiş eli ayağı boşalmıştı.

Yıllar önce aldığı acı haberin yaşattıklarını bir türlü zihninden atamıyordu.

Telefonla almamıştı aslında haberi ama o, haber alınabilecek her türlü iletişimden irkiliyordu artık.

Ya yine…

Annem açamayınca, beni aradı telefonun ucundaki kişi.

Sabaha karşı saat dört sularıydı.

“Kapıyı açın ben geldim” dedi.

O sırada babam annemi sakinleştirmeye çalışıyor, bense uyku mahmurluğuyla kapıya doğru ilerlerken içimdeki kekremsi tat yerini tatlı heyecana bırakıyordu.

Erkek kardeşimdi gelen. İstanbul’dan gece yola çıkmış, Ankara’ya anca sabaha karşı varabilmişti. Sürpriz yapmak istemiş, kimseye haber vermemisti.

Sarıldık. Hasret giderdik.

Annem bir köşeye yığılmış, kendine gelmeye çalışırken saniyeler içinde yıllar öncesine gitti zihnim.

Erkek kardeşim…

Üç yaşındaydı.

Bahçemizdeki küçük sulama havuzunda biriken suya düşmüş ve onu ilk gördüğümde çok zaman geçmişti.

Anneme haber verişim,

Ya da kekelemekten veremeyişim,

Ne dediğimi tam anlamasa da içine sızı düşüp bahçeye koşan annem,

Çığlıklar,

Kalabalık,

Annemin yere yığılması…

Polisler, komşular,

Ambulansın acı sesi…

Belki de o gün çalan ambulans sirenine benziyor zamansız çalan bu telefon.

Kardeşim annemi sakinleştirmeye, gönlünü almaya çalışıyor:

“Hazırlanın da öğlen abimi ziyaret edelim” diyor.

Hazırlanıyoruz.

Çıkarken annem sesleniyor:

“Kızım yasin cüzümü ve bir şişe su almayı unutma…”

BALKIZ MUTLULUK PEŞİNDE

Bir varmış bir yokmuş.

Allah’ın deli kulları çokmuş

Aramızda kalsın ama

Bizden delisi hic yokmuş.

Gel gelelim bizim Balkız’a

İnsanların gülmeyi unuttuğu bir ülkede

Mutsuz insanların derdini çözmeye

Ve onları, çalışırmış güldürmeye

Böylece aylar yıllar geçmiş,

Asırlar olmuş aman.

Mevsimler birbirini

Kovalamış durmadan.

Ah zaman vah zaman

Bu zaman ne yaman.

Balkız bir çare araya dursun

Insanlar hızla bir oyana bir bu yana koşturup duruyormuş.

Kimsenin kimseyi dinlemeye vakti olmadığı gibi,

dinlenmeye bile vakti yokmuş.

Bedenleri koşarken ruhları çok yoruluyormus.

Bu yorgunluk insanların yüzünden gülümsemeyi,

kalbinden nezaketi söküp almış.

Almış almasına ama insanların

Mutsuzken çok güldüğü

Gezmezken çok gezdiği

Hiç arkadaşı yokken çok arkadaşı olduğu

Sevmezken çok sevdiği

Yanındayken çok uzak

Uzaktayken çok yakın olduğu bir dünyaları varmış.

Hayal desen hayal değil

Gerçek desen hiç değil

Balkız buna nasıl bir çare bulmalıymış?

Düşünmüş taşınmış

İyice bir kaşınmış.

Sonra bitlendigini anlamış ama

Onun daha önemli işleri varmış.

Aklına çok güzel bir fikir gelmiş.

Az gitmiş uz gitmis

Dere tepe düz gitmis

Gökdelen gibi dağlar,

Yılan gibi yollar aşmış

Varmış kralın sarayına

Koca göbekli, pos bıyıklı dev muhafızları atlatıp

Destur deyip dalmis içeri.

Kralın huzuruna çıkınca

biraz heyecanlanmış ama olsunmuş.

Önce derdini anlatmış

Sonra da bulduğu çareyi.

Kral bu fikri çok sevmiş.

Dört bir yana ferman salınmış.

Halk meydanlara toplanmış,

Davullar çalınmış düm tek tek

Emirler açıklanmış tek tek

“Duyduk duymadık demeyin!

Az yeyin cok yemeyin!

Kralimizin emridir

Beni çok iyi dinleyin!

Halk meraklanmis, dikkat kesilmis hemen

Aman efendim sahip olduklarımıza şükredelim lütfen.

Neyse gelelim kralin fermanına:

Akşam olunca elektrikler kesilecek.

Yemekler ailecek yenecek.

Herkes mutlaka ağaç dikecek.

Sanatla meşgul olunacak.

Hergün doğada yürüyüş yapılacak.

İnternet haftada iki gün verilecek.

Herkes birbirinin güzel yanını, kendinin de hem güzel hem kusurlu yanlarını görecek.

Emirlere uymayana türlü cezalar verilecek.

Emir bağırıp kükremis

E halk da biraz titremis

Olanlara pek anlam verememiş

Ama ceza korkusu her şeye tamam dedirtmis.

İnsanlar yanındakilerin kıymetini bilmeyi öğrenmiş

Mutluluğun, kendisinin olmadığı yerde değil,

Olduğu yerde ve olduğu anda olduğunu öğrenmiş.

Aradan yıllar geçmiş

Halkın yüzünde güller açmış

Herkes ne kadar da mutluymuş.

“Kendisine ve ailesine zaman ayırmak”

Demek işin sırrı buymuş

Balkız ermiş muradına

Biz çıkalım kerevetine

Gökten üç elma düşmüş

Biri Balkız’a

Biri bunları okuyana

Biri de dinleyene…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[v]

PAYIMIZA DÜŞENLER

Onlara toprağın altı,

 

İnsanlığa yerin dibi düştü. 

 

Onlara Müslümanlığın onuru,

 

Bize insanlığın onursuzluğu düştü. 

 

Onlara açlık, bize aç gözlülük düştü.

 

Onlara uyuşturulmadan iyileşmek, 

 

Bize uyuşturularak bozulmak düştü.

 

Onlara teslimiyetin huzuru,

 

Bize çaresizliğin huzursuzluğu düştü. 

 

Onlara gurur, bize utanç düştü. 

 

Onların yüreğine ateş

 

Bize ateşten bir gömlek düştü.

 

Onlara Allah’ın kutsalını sırtlanmak

 

Bize dünyanın yükü düştü. 

 

SANCILAR

İnsan zamanın kıskacında kıvranır durur.

Gözleri bir noktada sabitlenmiş dünyaya bulanık, geçmişe buruk bakarken kıskıvrak yakalar kendini.

 

En çok da yaşarken bilmediği, sonradan hayatının en mutlu ânı olduğunu farkettiği zamanları özler.

 

Film şeridinin bazı kareleri yanık.

Net olanlarsa gayet net.

Kimileri kalpte asılı, kimileri ipte.

 

Daldan dala atlayıp duygu selinde boğuşurken birden dünya yeniden netleşir.

 

Ve bir kez daha anlarsın netleşen dünyanın ne kadar flu olduğunu.

 

 

×