Sessiz Olalım(!)

 Ne yazık ki, haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, toplumda bir hastalık gibi yayılıyor. En kötüsü de, günlük hayatımızda en küçük yanlışa bile “hayır” demeye kalkışana  susması tavsiye ediliyor. Özellikle, haksızlığa maruz kalanların bizzat kendisi tarafından.
Yaşadığımız çağ, adeta haksızlıklar çağına dönüşmüş durumda; İslam’daki “cahiliye dönemi” olarak bilinen dönemle kıyaslandığında, belki de daha zorlayıcı bir tablo var elimizde. Sorunların çözümünde akıl ve mantık yerine, romantize ederek ön plana çıkarıyor; hakikatli bir şekilde itiraz etmek yerine, en derin problemleri dahi üzerine  bir müzik ekleyip, sosyal platformlarda sadece paylaşıyoruz. Birileri duysun, görsün ve çözsün istiyoruz.
Bunu yaparak sadece kendi geleceğimizi değil, çocuklarımızın geleceğinide önemli ölçüde belirliyoruz. Mahallemizde ki bir yanlışa, iş yerinde yüzyüze gelinen bir probleme, sokakta yürürken karşılaşılan bir yanlışa; kısacası “aman bana bir şey olmasın” diyerek sırtımız döndüğümüz her sorunda biraz daha susmayı öğreniyor ve öğretiyoruz, hem kendimize hem geleceğimize…

 Uyuşmuş bireyler, hasta bir toplum inşa eder.

 Şimdi soralım mı kendimize, biz dün veya bu gün neye sustuk; itiraz etmemiz, dur dememiz gerekirken, neyi görmezden geldik?

“MUCİZEDİR BAZI İNSANLAR: HAYATINIZA DOKUNUR VE GİDERLER”

  Epeydir hayatımın rutin dengesini alt üst edecek bir eylemde bulunmadım. Yoğun iş tempomda, kendimi akışa kaptırmış; gözlerim görmese bile ayaklarımın mutlak bulabileceği yolu, her gün aynı düzende yürüyorum. 

  Uyan, giyin, altmış dört merdiven in. Bahçe kapısına neredeyse sıfıra sıfır park edilen, bencil komşunun arabasını ceketinle boydan boya sil. (Aksi mümkün değil. ) Gül ağacının yanından derin bir nefes alarak geç. (İyi ki var. ) Kırmızı, gri kaldırım taşları, yıkık bina derken, bu kadar beton yığının içinde düzene başkaldırıp, kendine tahtadan kapak seçen mazgalı da geç. (Belediyeyle aramda husumet başlattı. ) Yolun karşı köşesine gözlerini dik, klima düşmanı, zalim şoförü olan servisi bekle. Geldi, bin. Sağdan üçüncü sıradaki koltuğa, cam kenarına otur. Gözlerini gökyüzüne dik, Ay’ın çekilip, Güneş’in tüm ihtişamı ile gelişini izle. (Ne muazzam bir görüntü.) 

  Bugün o gündü. Evet kararlıyım, akışı alt üst edeceğim. İş çıkışı karşıma çıkan ilk taksiye bindim. (Sakin lütfen, sadece bir fincan kahve içip döneceğim.) Uzun zamandır gitmediğim, tüm yorgunluğumu, tükenmişliğimi bıraktığım o yere geldim. Daha taksiden inmeden gördüğüm manzara, ruhumu beslemeye yetti bile. Dev kavak ağaçlarının içinde, sessiz, sakin, oldukça huzurlu bir mekân. Kavak yaprakları, rüzgârın değişken esintisiyle güneş ışığını çimlerde dans ettirerek büyüleyici bir yakamoz etkisi oluşturuyor.    

  Henüz kavuşmuş olduğum dinginliği ve huzuru başkalarının sohbetleriyle bölmemek için, zaten birkaç kişinin bulunduğu yerden daha uzak bir masaya geçtim. Buz gibi kahvemi yudumlarken, bu muazzam görüntüde kaybolup gidiyorum. Ağaçların yapraklarından çıkan ses, beni çocukluğuma götürüyor. Kavak ağaçlarının içerisinde, iki katlı ahşap bir evde büyüdüm. Belki de burayı benim için bu kadar özel kılan sebeplerden biri de budur.   

 İki masa kadar uzağımda yalnız başına oturan (yetmiş yaşlarında var) teyze ile göz göze geliyoruz. Karşılıklı gülümseyip, başımızla selamlaşıyoruz. Çok geçmedi bir iki kelam ettik. (Bir süre sonra baktık olacak gibi değil, bizim kelamların ardı epeyce dolu. ) Teyzenin nazik davetine icabet edip, masasına geçtim. Biz de muhabbet aldı başını gitti. (Doyamadım)  

  Besime Teyze, emekli bir avukat. Her gün buraya gelir, “kavak ağaçlarının müziğini dinleyip, dansını izleyerek” (bu cümle ona ait) bir kahve içer, dönermiş evine. (Bende böyle yaş almalıyım, imrendim. ) Bir dönem yazıyla da ilgilenmiş fakat yazdıklarını hiç yayınlatmamış. “Savaşmaktan, anlatmaya vakit bulamadım” diyor. “Hem etikte olmazdı, çünkü benim belleğim yalnızca bana ait değil ki” diye ekliyor. 

 Konuşuyoruz, gençliğinden, gençliğimden. Dünden, bugünden, değişen toplumun, değişmeyen yaralarına kadar her şeyden. Vakit nasıl geçti anlamadık. Hava kararmak üzere, enerjimiz tükenir gibi oluyor; hemen ufak bir müdahalede bulunup, yemek söylüyoruz ve doyamadığımız sohbete devam ediyoruz. Konu yine yazıya geliyor. Yazıyla ilgilendiğimi anlatıyorum, heyecanlanıyor. Bu güzel karşılaşmayı diyorum, cümlemi tamamlıyor; “yaz tabii, lütfen” diye ekliyor. Heyecanı bende mahcubiyet duygusu uyandırıyor.” Ama çok iyi yazamayabilirim” sözümü kesiyor. “Mükemmeli zorlama, duygudan yoksun kalır; yoksun bırakırsın.” diyor.  

  Yemeğimizi bitirdikten sonra büyük bardaklarda çaylarımız geliyor. “Sor bakalım yazına eklemek istediğin bir şey var mı?” diyor. (Olmaz mı?) Kısa bir sessizliğe giriyoruz, bana zaman tanıyor. Bense kendi kendimle konuşuyor, Besime Teyzenin, etik kurallarını ihlal etmeden soracağım soruları planlıyorum. (Anlattıklarından soramayacağıma göre genel olmalı.)  

“Sizin deyişinizle, eskiden nasıldı? Sizin gençliğinizde de bu kadar yorucu muydu dünya?” 

 “Hayır, çünkü bilmiyorduk. Bizler sadece kendi çevremizden, kendi ülkemizden haberdardık ve bunları değiştirebileceğimize inandık. Bunun için dönemin gençleri olarak çaba harcadık. Değiştirdiklerimizde oldu, değiştiremediklerimizde oldu.” 

 “Bugün geçmişe dönüp baktığınızda, sizce değiştiremediklerinizin nedeni neydi?” 

 “Çok basit aslında, zulüm gören ayağa kalkınca zulmediyor. Değiştirmeye gücümüzün yetmediği yer insanların bulanmış zihinleriydi. Bu daima böyleydi, (hüzün çöküyor bakışlarına) zannedersem böyle olmaya da devam edecek.” 

 “Kurallarınızı aşmayacaksa bir örnek vermeniz mümkün mü?” (Düşünüyor) 

 “Uzun bir mücadelenin ardından, yepyeni hayat kuran bir annenin; oğlunu büyük bir öfkeyle yetiştirmesine ve onu kaybetmesiyle sonuçlanan sürece engel olamayışım, bende derin bir yaradır. Dediğim gibi, zihinlerle savaşmak çok zordur. Hele ki yeniliğe ve farklılığa kapalıysa…” 

 “Günümüz toplumunda, hatta toplumlarında diyeyim; insanlar çok umutsuzlar ben de dahil. Gençliğinizden bahsederken, anlattığınız gençliğin mücadeleci ruhu şimdilerde hiçbirimiz de yok gibi. Araya benim gençliğimi de ekleyerek bakarsak, durum her nesilde biraz daha karamsar. Siz ne düşünüyorsunuz?” 

 “Dünya her zaman kaos içerisindeydi. Bizler, o zamanlarda bunu bir bütün olarak göremiyorduk. Dün ile bugünün farkı: sizler ilerleyen teknoloji sayesinde bu bütünü görebiliyorsunuz. Her yerde yaşanan zulümlerden detaylıca haberdarsınız. Bunun getirdiği yük, umutsuzluğa; umutsuzluk neticesinde de, umursamazlığa sevk ediyor. Tabii bunu sadece zalimliği duymazdan, görmezden gelenler için söylüyorum. (Bakışlarını bir endişe kaplasa da devam ediyor.) Sus pus olanlar, mental yorgunlar. Hangisine dur diyecekler ki! Her an, her yerden gelen haberler; ağır, bu gerçekten çok ağır. Fakat bunlar bahane olmamalı, gelip geçici dünya; ‘iyilik uğruna ettiğin mücadele kadar varsın.’ Fıtratına kayıtsız kalmamalı insan, eğitmeli kendisini; serde iyilik var.  Mutlak bir yolunu bulacaktır.” 

 “Son olarak ne tavsiye edersiniz, özellikle günümüz gençliğine?” 

 “Herkesin mutlaka ilgi duyduğu, hassasiyet gösterdiği meseleler vardır. Kendi yaşam tecrübeme dayanarak: bunlara yönelsinler derim ben. Kimi hastaya hassas, kimi yaşlıya, kimi denize, kimi ağaca. Kimisi de var hayvan sever, kimi savaşlara savaş açar, kimi gökyüzü sever, kimisi de toprak… Bu liste bitmez, uzar gider. Burada mühim olan birbirlerini: şununla, bunla ilgileniyor diye hor görmemek, beni en çok üzen meselelerden biridir bu. Ne demek, bunca mesele varken; bu mu kaldı uğruna mücadele edilecek! (İlk kez öfke gördüm bakışlarında, yüzünde) Her şeyi bir bütün olarak yaratan Allah’tan, iyi mi biliyorlar?  Düşünmeli gençlik, idrak etmeli artık. Birinin kalbine insan, birinin kalbine hayvan, bir başkasının kalbine doğa sevgisini verip yarattıklarını kollama, koruma görevi tayin etti bizlere! Çünkü bizlere “akıl sahipleri” diye seslendi. Hiçbir iyilik hareketini küçümsememeliler, sahip çıkmalılar kalplerine, peşinden gitmeliler; o doğru yöne götürecektir. Mutlaka. 

   (Bu cümlelerin üzerine yazıya devam etmek haksızlık olur, bu yüzden. 

                                                              

                                                                                   Sevgili, Besime Akçay’ın anısına… 

YAZAR:YELİZ YALÇIN

                                                                                             

                                           

Toplumun Gizli Yarası: Empati Yoksunluğu

  Günümüz toplumunda, giderek artan bir empati yoksunluğu yaşıyoruz. Empati, başkasının duygularını anlama, paylaşma ve başkasının davranışlarının ardındaki motivasyonu içselleştirebilme yeteneğidir. Duygusal zekanın en temel beş bileşeninden birisidir. Ne yazık ki, modern yaşamın hızlı temposu, bireyci kültür ve dijital çağın getirdiği izole yaşam bu hayati yetiyi, toplumda hissedilir derecede aşındırdı. Empati eksikliği, günlük yaşamın her alanında kendini gösteriyor.  

   Trafikte, iş yerlerinde, komşuluk, akrabalık, dostluk ve aile ilişkilerinde; empati yoksunluğunun izleri her yerde.  

  Empati eksikliğinin, en belirgin olduğu alanlardan biri de sosyal medya. Anonimlik perdesinin ardında, insanlar birbirine acımasızca saldırıyor, düşüncelerine saygı göstermiyor ve birbirlerinin insan olduğunu unutuyorlar. Karşısındakinin o an hangi ruh hali içerisinde olduğunu düşünmüyor ya da düşünmek istemiyorlar. Burada “Eko Odaların” etkisi çok fazla. Eko Odalarda, sadece kendi fikir ve görüşlerini destekleyen içerikler, yazışmalar sayesinde farklı görüşteki insanlara karşı öfke duygusuna kapılıyor ve bu insanlarla karşılaştıklarında empati kurabilme yetilerini çoktan kaybetmiş oluyorlar.  Eko odalarda, yalnızca kendi sesinin yankısını duyan insanlar; farklı seslere tahammül edemez hale geliyorlar. En kötüsü de, bunun kendilerine ve topluma verdiği zararın farkına varamıyor olmaları. 

   Yaşamın her alnında, sıkça karşılaştığımız bu durum; bireyler arasındaki ilişkileri bozmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal uyumu da tehlikeye atıyor. Empati yoksunluğu, toplumsal çatışmaları körüklerken, ayrışmayı da derinleştirip, toplumsal güveni zedeliyor. Önyargıların pekişmesi ve farklılıkların hoş görülmemesine yol açıyor. 

   Empati eksikliğinin kökeninde, modern yaşamın bireyci yapısının da büyük rolü var. Bireycilik, başarıya ulaşmayı ve kişisel hedeflere odaklanmaya teşvik ederken; başkalarının duygu ve düşüncelerini göz ardı etmeyi de beraberinde getirdi. Bireycilik, yanlış anlaşılıp “BEN”ciliğe dönüşünce işler rayından çıktı.  

    Dijital teknolojinin özellikle pandemiyle beraber her alanda yaygınlaşması, yüz yüze iletişimi azalttı ve insan ilişkilerini yüzeyselleştirdi.  

   Empati yoksunluğunun sonuçları, sadece sosyal ilişkilerde değil aynı zamanda psikolojik sağlıkta da kendini gösteriyor. Anlaşılmadığını düşünen, bu yoksunluktan bir şekilde nasibini almış olan insanlar, kendilerini çevrelerinden izole ediyor. Bu güvensizlik hissinin getirisi, depresyon ve anksiyete gibi ruh sağlığı sorunlarının yaygınlaşmasına sebep oluyor. 

   Bu karamsar tabloya rağmen, empati yetimizi yeniden kazanmak ve toplumsal uyumu sağlamak mümkün. Empatiyi bilinçli bir şekilde günlük yaşamımıza entegre etmekten geçiyor. Önce dinlemeyi öğrenmek, karşımızdakinin perspektifinden bakmaya çalışmak ve yargılamadan anlamaya çalışmak, kaybetmek üzere olduğumuz bu yanımızı güçlendirecektir. Eğitim kurumlarının ve ailelerin empati eğitimi konusunda daha bilinçli olması ve aktif rol üstlenmesi gerekiyor. Aynı zamanda, iş yerlerinde, toplumsal platformlarda empatiyi teşvik eden politikalar ve programlar geliştirilmelidir.  

Başkalarının duygularını anlamaya çalışıp, durumu karşımızdakinin perspektifinden değerlendirmeye çalışmalıyız.  

  Empatinin kökeni özbilinçtir. Önce kendimizin farkına varıp, kendimizi tanımalıyız. Önyargılarımızın farkında olup, bunları sorgulamalıyız. Önyargılar, empatinin önündeki büyük engellerdir. Farklı bakış açılarına açık olmak, kültür ve yaşam biçimlerini anlamak; insanların neden belirli şekilde davrandığını anlamamıza yardımcı olacaktır. Günlük hayatımızda, empatiyi pratiğe dökmeliyiz. Küçük eylemler, büyük farklar yaratır. 

Kendimize ve karşımızdakilere karşı sabırlı olmak, bu yeteneğimizin gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır. Unutmayalım ki, iyilik bulaşıcıdır. 

 

  

×