Ne yazık ki, haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, toplumda bir hastalık gibi yayılıyor. En kötüsü de, günlük hayatımızda en küçük yanlışa bile “hayır” demeye kalkışana susması tavsiye ediliyor. Özellikle, haksızlığa maruz kalanların bizzat kendisi tarafından.
Yaşadığımız çağ, adeta haksızlıklar çağına dönüşmüş durumda; İslam’daki “cahiliye dönemi” olarak bilinen dönemle kıyaslandığında, belki de daha zorlayıcı bir tablo var elimizde. Sorunların çözümünde akıl ve mantık yerine, romantize ederek ön plana çıkarıyor; hakikatli bir şekilde itiraz etmek yerine, en derin problemleri dahi üzerine bir müzik ekleyip, sosyal platformlarda sadece paylaşıyoruz. Birileri duysun, görsün ve çözsün istiyoruz.
Bunu yaparak sadece kendi geleceğimizi değil, çocuklarımızın geleceğinide önemli ölçüde belirliyoruz. Mahallemizde ki bir yanlışa, iş yerinde yüzyüze gelinen bir probleme, sokakta yürürken karşılaşılan bir yanlışa; kısacası “aman bana bir şey olmasın” diyerek sırtımız döndüğümüz her sorunda biraz daha susmayı öğreniyor ve öğretiyoruz, hem kendimize hem geleceğimize…
Uyuşmuş bireyler, hasta bir toplum inşa eder.
Şimdi soralım mı kendimize, biz dün veya bu gün neye sustuk; itiraz etmemiz, dur dememiz gerekirken, neyi görmezden geldik?