Sessiz Olalım(!)

 Ne yazık ki, haksızlıklar karşısında sessiz kalmak, toplumda bir hastalık gibi yayılıyor. En kötüsü de, günlük hayatımızda en küçük yanlışa bile “hayır” demeye kalkışana  susması tavsiye ediliyor. Özellikle, haksızlığa maruz kalanların bizzat kendisi tarafından.
Yaşadığımız çağ, adeta haksızlıklar çağına dönüşmüş durumda; İslam’daki “cahiliye dönemi” olarak bilinen dönemle kıyaslandığında, belki de daha zorlayıcı bir tablo var elimizde. Sorunların çözümünde akıl ve mantık yerine, romantize ederek ön plana çıkarıyor; hakikatli bir şekilde itiraz etmek yerine, en derin problemleri dahi üzerine  bir müzik ekleyip, sosyal platformlarda sadece paylaşıyoruz. Birileri duysun, görsün ve çözsün istiyoruz.
Bunu yaparak sadece kendi geleceğimizi değil, çocuklarımızın geleceğinide önemli ölçüde belirliyoruz. Mahallemizde ki bir yanlışa, iş yerinde yüzyüze gelinen bir probleme, sokakta yürürken karşılaşılan bir yanlışa; kısacası “aman bana bir şey olmasın” diyerek sırtımız döndüğümüz her sorunda biraz daha susmayı öğreniyor ve öğretiyoruz, hem kendimize hem geleceğimize…

 Uyuşmuş bireyler, hasta bir toplum inşa eder.

 Şimdi soralım mı kendimize, biz dün veya bu gün neye sustuk; itiraz etmemiz, dur dememiz gerekirken, neyi görmezden geldik?

BÜYÜKLERE MASAL

Kısır döngü hayatıma ip ve kumaştan salıncak kurmuş, gelişine sağa sola sallanıyorum; ha düştüm ha düşeceğim… Mayhoş bir duygu var içimde ip kopsa ve ben düşsem, etrafımda eline megafon almış insanlar bir yandan bağırsa “O ip seni taşır mı? Kaç yaşındasın hâlâ büyümedin…” Bir yandan gözümün önünde ki demirler, demirlere bağlanmış ip ve çocukluğum sallanıyor.. sallanıyor.. sallanıyor ve düşüyor. Etrafı kanadı kırık kelebekler sarıyor, çocukluğum kahkaha atıyor ve orda büyüyor; bir daha hiç çocuk olmuyor. Şimdi salıncağa bir kez daha binmişim, düşmüşüm, benim canım acımaz ki büyüdüm ben…

Evimi özledim ben, çocukluğumu değil ama salıncağımı özledim… Bir de konuyla alakası yok ama onu özledim… Ne yapıyor mesela şu anda? Atlıkarıncasına atlayıp beni kurtarmaya gelir mi, bana sağlam ip getirir mi ki? Salıncağımızı kuralım, dertlerimizi de alıp sağa sola sallanalım… O anlatsın ben dinleyeyim… Uykumuz gelene kadar sallanalım, uyuyalım rüyalara dalalım; mecaz olan herşeyi, bir gemiye yükleyip, sefere gönderelim ama geri dönmesinler hiç bir zaman, bütün limanları yakalım, hatta rüyama da salıncak kuralım yanan limanların yanışını izleyelim, sağa sola savrulan bu kez onlar olsun…

Rüyamda sevgi gerçek olsun; korkuluk kostümü sadece bedene giydirilmiş olsun, ruh arınsın, o kostüme rağmen birbirimizi çok sevelim, çünkü biz görünmeyenlerin ardındakini gören iki.. iki kişiyiz, sahi biz neyiz?

Arkadaş, sevgili, bir tanıdık; her neyse ne, her şekilde bineriz, atlarız atlıkarıncalarımıza dört nala, özgürlüğe doğru yol alırız…

Biz salıncağımızda soluklanalım en iyisi, atlıkarıncayı hiç işin içine sokmayalım. Çünkü; ne o benim prensim, ne de atlıkarınca beyaz. Zaten atlıkarıncadan “BEYAZ ATLI PRENS Mİ OLUR?”

Büyüklere masal da ancak bu kadar olur.🙃

 

Seda Özlem Başpınar

 

 

×