“MUCİZEDİR BAZI İNSANLAR: HAYATINIZA DOKUNUR VE GİDERLER”

  Epeydir hayatımın rutin dengesini alt üst edecek bir eylemde bulunmadım. Yoğun iş tempomda, kendimi akışa kaptırmış; gözlerim görmese bile ayaklarımın mutlak bulabileceği yolu, her gün aynı düzende yürüyorum. 

  Uyan, giyin, altmış dört merdiven in. Bahçe kapısına neredeyse sıfıra sıfır park edilen, bencil komşunun arabasını ceketinle boydan boya sil. (Aksi mümkün değil. ) Gül ağacının yanından derin bir nefes alarak geç. (İyi ki var. ) Kırmızı, gri kaldırım taşları, yıkık bina derken, bu kadar beton yığının içinde düzene başkaldırıp, kendine tahtadan kapak seçen mazgalı da geç. (Belediyeyle aramda husumet başlattı. ) Yolun karşı köşesine gözlerini dik, klima düşmanı, zalim şoförü olan servisi bekle. Geldi, bin. Sağdan üçüncü sıradaki koltuğa, cam kenarına otur. Gözlerini gökyüzüne dik, Ay’ın çekilip, Güneş’in tüm ihtişamı ile gelişini izle. (Ne muazzam bir görüntü.) 

  Bugün o gündü. Evet kararlıyım, akışı alt üst edeceğim. İş çıkışı karşıma çıkan ilk taksiye bindim. (Sakin lütfen, sadece bir fincan kahve içip döneceğim.) Uzun zamandır gitmediğim, tüm yorgunluğumu, tükenmişliğimi bıraktığım o yere geldim. Daha taksiden inmeden gördüğüm manzara, ruhumu beslemeye yetti bile. Dev kavak ağaçlarının içinde, sessiz, sakin, oldukça huzurlu bir mekân. Kavak yaprakları, rüzgârın değişken esintisiyle güneş ışığını çimlerde dans ettirerek büyüleyici bir yakamoz etkisi oluşturuyor.    

  Henüz kavuşmuş olduğum dinginliği ve huzuru başkalarının sohbetleriyle bölmemek için, zaten birkaç kişinin bulunduğu yerden daha uzak bir masaya geçtim. Buz gibi kahvemi yudumlarken, bu muazzam görüntüde kaybolup gidiyorum. Ağaçların yapraklarından çıkan ses, beni çocukluğuma götürüyor. Kavak ağaçlarının içerisinde, iki katlı ahşap bir evde büyüdüm. Belki de burayı benim için bu kadar özel kılan sebeplerden biri de budur.   

 İki masa kadar uzağımda yalnız başına oturan (yetmiş yaşlarında var) teyze ile göz göze geliyoruz. Karşılıklı gülümseyip, başımızla selamlaşıyoruz. Çok geçmedi bir iki kelam ettik. (Bir süre sonra baktık olacak gibi değil, bizim kelamların ardı epeyce dolu. ) Teyzenin nazik davetine icabet edip, masasına geçtim. Biz de muhabbet aldı başını gitti. (Doyamadım)  

  Besime Teyze, emekli bir avukat. Her gün buraya gelir, “kavak ağaçlarının müziğini dinleyip, dansını izleyerek” (bu cümle ona ait) bir kahve içer, dönermiş evine. (Bende böyle yaş almalıyım, imrendim. ) Bir dönem yazıyla da ilgilenmiş fakat yazdıklarını hiç yayınlatmamış. “Savaşmaktan, anlatmaya vakit bulamadım” diyor. “Hem etikte olmazdı, çünkü benim belleğim yalnızca bana ait değil ki” diye ekliyor. 

 Konuşuyoruz, gençliğinden, gençliğimden. Dünden, bugünden, değişen toplumun, değişmeyen yaralarına kadar her şeyden. Vakit nasıl geçti anlamadık. Hava kararmak üzere, enerjimiz tükenir gibi oluyor; hemen ufak bir müdahalede bulunup, yemek söylüyoruz ve doyamadığımız sohbete devam ediyoruz. Konu yine yazıya geliyor. Yazıyla ilgilendiğimi anlatıyorum, heyecanlanıyor. Bu güzel karşılaşmayı diyorum, cümlemi tamamlıyor; “yaz tabii, lütfen” diye ekliyor. Heyecanı bende mahcubiyet duygusu uyandırıyor.” Ama çok iyi yazamayabilirim” sözümü kesiyor. “Mükemmeli zorlama, duygudan yoksun kalır; yoksun bırakırsın.” diyor.  

  Yemeğimizi bitirdikten sonra büyük bardaklarda çaylarımız geliyor. “Sor bakalım yazına eklemek istediğin bir şey var mı?” diyor. (Olmaz mı?) Kısa bir sessizliğe giriyoruz, bana zaman tanıyor. Bense kendi kendimle konuşuyor, Besime Teyzenin, etik kurallarını ihlal etmeden soracağım soruları planlıyorum. (Anlattıklarından soramayacağıma göre genel olmalı.)  

“Sizin deyişinizle, eskiden nasıldı? Sizin gençliğinizde de bu kadar yorucu muydu dünya?” 

 “Hayır, çünkü bilmiyorduk. Bizler sadece kendi çevremizden, kendi ülkemizden haberdardık ve bunları değiştirebileceğimize inandık. Bunun için dönemin gençleri olarak çaba harcadık. Değiştirdiklerimizde oldu, değiştiremediklerimizde oldu.” 

 “Bugün geçmişe dönüp baktığınızda, sizce değiştiremediklerinizin nedeni neydi?” 

 “Çok basit aslında, zulüm gören ayağa kalkınca zulmediyor. Değiştirmeye gücümüzün yetmediği yer insanların bulanmış zihinleriydi. Bu daima böyleydi, (hüzün çöküyor bakışlarına) zannedersem böyle olmaya da devam edecek.” 

 “Kurallarınızı aşmayacaksa bir örnek vermeniz mümkün mü?” (Düşünüyor) 

 “Uzun bir mücadelenin ardından, yepyeni hayat kuran bir annenin; oğlunu büyük bir öfkeyle yetiştirmesine ve onu kaybetmesiyle sonuçlanan sürece engel olamayışım, bende derin bir yaradır. Dediğim gibi, zihinlerle savaşmak çok zordur. Hele ki yeniliğe ve farklılığa kapalıysa…” 

 “Günümüz toplumunda, hatta toplumlarında diyeyim; insanlar çok umutsuzlar ben de dahil. Gençliğinizden bahsederken, anlattığınız gençliğin mücadeleci ruhu şimdilerde hiçbirimiz de yok gibi. Araya benim gençliğimi de ekleyerek bakarsak, durum her nesilde biraz daha karamsar. Siz ne düşünüyorsunuz?” 

 “Dünya her zaman kaos içerisindeydi. Bizler, o zamanlarda bunu bir bütün olarak göremiyorduk. Dün ile bugünün farkı: sizler ilerleyen teknoloji sayesinde bu bütünü görebiliyorsunuz. Her yerde yaşanan zulümlerden detaylıca haberdarsınız. Bunun getirdiği yük, umutsuzluğa; umutsuzluk neticesinde de, umursamazlığa sevk ediyor. Tabii bunu sadece zalimliği duymazdan, görmezden gelenler için söylüyorum. (Bakışlarını bir endişe kaplasa da devam ediyor.) Sus pus olanlar, mental yorgunlar. Hangisine dur diyecekler ki! Her an, her yerden gelen haberler; ağır, bu gerçekten çok ağır. Fakat bunlar bahane olmamalı, gelip geçici dünya; ‘iyilik uğruna ettiğin mücadele kadar varsın.’ Fıtratına kayıtsız kalmamalı insan, eğitmeli kendisini; serde iyilik var.  Mutlak bir yolunu bulacaktır.” 

 “Son olarak ne tavsiye edersiniz, özellikle günümüz gençliğine?” 

 “Herkesin mutlaka ilgi duyduğu, hassasiyet gösterdiği meseleler vardır. Kendi yaşam tecrübeme dayanarak: bunlara yönelsinler derim ben. Kimi hastaya hassas, kimi yaşlıya, kimi denize, kimi ağaca. Kimisi de var hayvan sever, kimi savaşlara savaş açar, kimi gökyüzü sever, kimisi de toprak… Bu liste bitmez, uzar gider. Burada mühim olan birbirlerini: şununla, bunla ilgileniyor diye hor görmemek, beni en çok üzen meselelerden biridir bu. Ne demek, bunca mesele varken; bu mu kaldı uğruna mücadele edilecek! (İlk kez öfke gördüm bakışlarında, yüzünde) Her şeyi bir bütün olarak yaratan Allah’tan, iyi mi biliyorlar?  Düşünmeli gençlik, idrak etmeli artık. Birinin kalbine insan, birinin kalbine hayvan, bir başkasının kalbine doğa sevgisini verip yarattıklarını kollama, koruma görevi tayin etti bizlere! Çünkü bizlere “akıl sahipleri” diye seslendi. Hiçbir iyilik hareketini küçümsememeliler, sahip çıkmalılar kalplerine, peşinden gitmeliler; o doğru yöne götürecektir. Mutlaka. 

   (Bu cümlelerin üzerine yazıya devam etmek haksızlık olur, bu yüzden. 

                                                              

                                                                                   Sevgili, Besime Akçay’ın anısına… 

YAZAR:YELİZ YALÇIN

                                                                                             

                                           

Düştün mü Kaldıran Olmaz

En yakınım dediğin bile vurur sırtından,

Davranır bir şey yokmuş gibi yanında,

Güvenin kalmaz artık hiçbir insana,

Tutun hayata sakın ha yıkılma.

 

Acı şekilde herkes yaşar hayatı,

Meşhurdur hayatın acı tarafı,

Zorluklar kalıcı olmaz asla,

Yılmadan yeniden başla.

 

Herkes yalnızdır aslında  hayatta,

Sırtından vuran sevinir arkandan,

Seni aşağı çekmek için konuşursa,

Hatırla, düştün mü kaldıran olmaz asla.

×