Günümüz toplumunda, giderek artan bir empati yoksunluğu yaşıyoruz. Empati, başkasının duygularını anlama, paylaşma ve başkasının davranışlarının ardındaki motivasyonu içselleştirebilme yeteneğidir. Duygusal zekanın en temel beş bileşeninden birisidir. Ne yazık ki, modern yaşamın hızlı temposu, bireyci kültür ve dijital çağın getirdiği izole yaşam bu hayati yetiyi, toplumda hissedilir derecede aşındırdı. Empati eksikliği, günlük yaşamın her alanında kendini gösteriyor.
Trafikte, iş yerlerinde, komşuluk, akrabalık, dostluk ve aile ilişkilerinde; empati yoksunluğunun izleri her yerde.
Empati eksikliğinin, en belirgin olduğu alanlardan biri de sosyal medya. Anonimlik perdesinin ardında, insanlar birbirine acımasızca saldırıyor, düşüncelerine saygı göstermiyor ve birbirlerinin insan olduğunu unutuyorlar. Karşısındakinin o an hangi ruh hali içerisinde olduğunu düşünmüyor ya da düşünmek istemiyorlar. Burada “Eko Odaların” etkisi çok fazla. Eko Odalarda, sadece kendi fikir ve görüşlerini destekleyen içerikler, yazışmalar sayesinde farklı görüşteki insanlara karşı öfke duygusuna kapılıyor ve bu insanlarla karşılaştıklarında empati kurabilme yetilerini çoktan kaybetmiş oluyorlar. Eko odalarda, yalnızca kendi sesinin yankısını duyan insanlar; farklı seslere tahammül edemez hale geliyorlar. En kötüsü de, bunun kendilerine ve topluma verdiği zararın farkına varamıyor olmaları.
Yaşamın her alnında, sıkça karşılaştığımız bu durum; bireyler arasındaki ilişkileri bozmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal uyumu da tehlikeye atıyor. Empati yoksunluğu, toplumsal çatışmaları körüklerken, ayrışmayı da derinleştirip, toplumsal güveni zedeliyor. Önyargıların pekişmesi ve farklılıkların hoş görülmemesine yol açıyor.
Empati eksikliğinin kökeninde, modern yaşamın bireyci yapısının da büyük rolü var. Bireycilik, başarıya ulaşmayı ve kişisel hedeflere odaklanmaya teşvik ederken; başkalarının duygu ve düşüncelerini göz ardı etmeyi de beraberinde getirdi. Bireycilik, yanlış anlaşılıp “BEN”ciliğe dönüşünce işler rayından çıktı.
Dijital teknolojinin özellikle pandemiyle beraber her alanda yaygınlaşması, yüz yüze iletişimi azalttı ve insan ilişkilerini yüzeyselleştirdi.
Empati yoksunluğunun sonuçları, sadece sosyal ilişkilerde değil aynı zamanda psikolojik sağlıkta da kendini gösteriyor. Anlaşılmadığını düşünen, bu yoksunluktan bir şekilde nasibini almış olan insanlar, kendilerini çevrelerinden izole ediyor. Bu güvensizlik hissinin getirisi, depresyon ve anksiyete gibi ruh sağlığı sorunlarının yaygınlaşmasına sebep oluyor.
Bu karamsar tabloya rağmen, empati yetimizi yeniden kazanmak ve toplumsal uyumu sağlamak mümkün. Empatiyi bilinçli bir şekilde günlük yaşamımıza entegre etmekten geçiyor. Önce dinlemeyi öğrenmek, karşımızdakinin perspektifinden bakmaya çalışmak ve yargılamadan anlamaya çalışmak, kaybetmek üzere olduğumuz bu yanımızı güçlendirecektir. Eğitim kurumlarının ve ailelerin empati eğitimi konusunda daha bilinçli olması ve aktif rol üstlenmesi gerekiyor. Aynı zamanda, iş yerlerinde, toplumsal platformlarda empatiyi teşvik eden politikalar ve programlar geliştirilmelidir.
Başkalarının duygularını anlamaya çalışıp, durumu karşımızdakinin perspektifinden değerlendirmeye çalışmalıyız.
Empatinin kökeni özbilinçtir. Önce kendimizin farkına varıp, kendimizi tanımalıyız. Önyargılarımızın farkında olup, bunları sorgulamalıyız. Önyargılar, empatinin önündeki büyük engellerdir. Farklı bakış açılarına açık olmak, kültür ve yaşam biçimlerini anlamak; insanların neden belirli şekilde davrandığını anlamamıza yardımcı olacaktır. Günlük hayatımızda, empatiyi pratiğe dökmeliyiz. Küçük eylemler, büyük farklar yaratır.
Kendimize ve karşımızdakilere karşı sabırlı olmak, bu yeteneğimizin gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır. Unutmayalım ki, iyilik bulaşıcıdır.