Sana göre de bir masumiyeti vardı anıların, Bir iç acıtan rengi, vicdan kanatan o keskin, o saf kokusu…
Sonra konuşula konuşula renginin solduğunu, kokusunun uçtuğunu, Masumiyetinin de tükendiğini gördün.
Bu yüzden dalgındın uzaklara, düşünüyordun her gün.
Kırgındın, yorgundun, bıkkındın da ama yine de
Bir ümidin vardı çok eskilerden kalma bir kırıntı,
İçinin bir yerlerinde insanları iyileştiren, Başkalaştıran bir ümidin vardı.
Bihaberdin hecelenirken yabancı dudaklarda adın.
Sen o gece tesellisi olmayan bir hüzne uyandın.
İnanılacak hiçbir şey kalmamıştı ve sen kendince,
Hayatının geri kalanını çöpe atmıştın. Belki de hayatının son mevsimiydi bu yaşadığın.
Tam da güler gibiyken aniden bir gün daha Ağlayarak yürüdü ömrüne..
Nefret ve ihanet bağırıyordu her yerden Ve çoğaltarak acımasız sesini
Sular durulmaz oldu, gün gün öfkeni büyüttün.
Hoyrattın, zamansız döktün yapraklarını Hazan bahçelerine sürüldün.
Haklıydın hiç kimsenin elleri temiz değildi, Hiç kimsenin yüreği berrak.
Dağladılar kalbini göğsünde gezdirdin narlı ateş çiçeklerini.
Yalnızlık tahtına kuruldun saltanatını sürdün nihayet.
Alnındaki çizgiler yaşadığın acılar kadar derin değildi ki
Olsun hâlinden anlayan. Olsunlar derdine bir inayet.
Belki de hayatının son kışıydı bu yaşadığın,
Çözülecek yüreğin prangalardan. Belki yakındır vuslat.
Bir gün sen de herkes gibi çalarsın kapımı. Sen olduğunu bilmeden açarım o gün, Gülüşün yankılanır evde çığlık çığlık!
Yokluğunun her burukluk ânı maziye karışır bir bir..
Bir yaradır bağrımızda hasret,
Bir gün kavuşulur onun da sancısı geçer elbet.