SUN MEŞKİ AŞK

Gelin meyl edelim dergâh-ı âlem-i gönüldür bu

Sun şarâbı sâki, yâr içmez ise zehr olayım

Akıl noksan imiş, bunca envârın seyrindeyken yıldızlar
Sun devrânı felek, bilmez isem dehr olayım

Semâ edince pervaneler, mum da erir içten içe
Onu yakan aşkın odu, görmez isem kahr olayım

Bin zerre bir şemsi zuhur edermiş âlem-i kudrette
Ben yanayım zerrelerde âlem-i aşkın
mihr olayım

Zikr eyledi bir dil dem olunca âşık-ı sûzân
Sun meşki aşk, perde kalkar ise cehr olayım

Zübeyde Demir

 

Seni Sevmek

#zübeydedemir

Hangi hengâmeyi arzular, gözlerinin şulesi

Martılar kokunu getirir arzulardan tutarak,

Uğra ruhuma bir gülüş, bir sıcak bak bana

Ey gönlümün serveri, dalgalara bir şebnem bari lütfet.

Dile benden gözlerimi, vereyim rüyalarımı

Dile benden sözlerimi, diyeyim hülyâlarımı

Sen bir bahar kokusu, bütün çorak topraklara

Sen bir yağmur dokusu susamış dimağıma

Ve şaha kalkmış bir atın nazlı bakışı.

Sımsıcak bir ateş bağrımda ılız ılız

Seni sevmek okyanuslara vâveylâ,

Seni sevmek bütün çıkmazların vuslatı.

 

Zübeyde Demir

GÜZELSİN HEYHÂT

Kızılcık açan bahar dalında,

Masumiyeti bir bebek elinde,

Issız yüreğimi cıvıldatan,

Mor menekşeler içinde güzelsin.

Hülyalarıma, arzularıma endamınla,

Geceler kadar yıldızlı bir masalın

Hiç söylenmemiş ninnisi kadar uysal,

Martılar kadar samimi, yanıma sokulan,

Asi bir şeytan kadar da mağrursun.

Dudakların olsun sağanaklarda sabahın

Koşarak saklandığım bir lahza.

Yuva yapsın serçeler ucuna kirpiklerinin 

Bütün umudumu sende harcadım, kumarbaz heveslerle…

Varsın olsun, 

Yalanlarla dikilir yeniden

Aşk gömleği Züleyhâ’nin elinde.

Açın pencereleri nefes alayım

Ruhumu hapsediyor bu vücûd

İzin ver meçhulun olayım 

Uçurtma gibi savrulayım,

Parmaklarının encaminda.

Dünya yuvarlak?

senin güzelliğin gibi değil.

Hangi köşeye sığınsam ulu orta meydandayım.

Fakat sen sonsuz okyanuslar kadar mavisin

Huzurlu, davetkar ve hırçınsın sevdiğim.

Bırak beni gömüleyim göğsüne.

Sen de enkazımı bulamasınlar heyhat!

 

Zübeyde Demir

BERGÜZÂR

Rüzgâr savurdu, uyandım, hengamesine hayatın,

Bir hummalı sevişle, kucakladın hayli mekânı,

Zaman bana ne verdin ki, benden ne götürdün,

Yolları arşınladın ama bulamadın mı bencileyin.

 

Bulandı bal özü, güz kumralı, yemiş sarı gözlerin 

Masumiyetin kederli yokuşları aynalardan taştı,

Loşluğun tebessümü sindi satır aralarına, ellerin

Çizildi portresi hasretin ama bakamadın mı bencileyin.

 

Zifiri karanlık gecelerde teninde ay uyuklar

Sarar dört bir yanını örtüler, köşe bucak maziler

An dolanır uzaklardan, sürer sefasını üstüme 

Kuytulara saklandın da kaçamadın bencileyin.

 

Sinmiş köşesine derbeder, pusludur haki gözleri

Tuzak kurmuş bahtiyar bir el sandım maziyi

Bölük pörçük dalgalar, deveran etti sanrılar, 

Ummanları duyup da saklar mısın bencileyin.

 

Ne kaldıysa yazılıdır, dirensin arsız çığlıkların

Susmasa da, toprak kokusu kessin keskin havayı 

Parmakların sindiği mumun titrek ışığı ansızın

Dolarsa fısıltın ruhuma korkmaz mısın bencileyin.

 

Efil efil entarisi ve saçlarının karası kuytuda

Hülyası ininde bülbül sesi, titrek ezgisi ahuzar

Çaldı kurgusunu mehtabın, ay dolunaya dönerken 

Bana kalan bir yadigar, bulamadın mı mâziden Bergüzâr.

RUHA AĞIT

Iyalin tasvir eder güzelliği, teselli edemezken ruhumu,

Pâyidâr kıldı beni, bu mahremiyle ilelebet;

Sızar bir zehir gibi acının en vicdansız görkemi,

Hücum eder üstüme, delik deşik eder zuhûrumu.

 

Ben kanlı harpler verdim, ruhumu susturarak

Kısrak düşüncelerim zamanda bir yıldız gibi kaydı.

Geceler soyundu, uyandı gün bir darbeyle,

Kahpe kuytular bulur beni, hep o karanlık rengiyle.

 

Issız kalabalıkta harlanır en arsız çekingenliğim.

Yüzümün mihrâbına eğilir, siner kimsesizliğin aksi,

İzler onu fısıltıların o muhteşem vecdi,

Katre katre çığlıklarım, gecenin matemiyle yarışır.

 

Süreğen huzursuzluğum bir iki acziyetimden gelir;

En delirecesi sükûnum, tuzak kurar ansızın.

Ruhumu kıskacında sürükler durmaksızın sanrılar,

Vaad eder gün ışığını körpe karanlığın üstüne.

 

Dilenirken geceden, yârin mahzûn sesini

Tırnaklarını geçirmiş boynuma, sinsi elleri zulmetin.

Ahlar ağacında sallanırken kimsesiz benliğim

Okunur ruhuma ağıt inceden

inceden…

FİRÛZE

Yüreğime ilmek ilmek işlemiştim beni seni,

Nakış gibi desen desen sinmişti gözlerin.

Yüz görümlüğü olsun sana adadığım hasretim

Hicrân kağnısı geçti şu kısacık ömrümden.

Hüzünlerini sakla Firuze, görmesin yaban eller

Zuhur edince göklerde, sanki gözlerinin mavisi

Bir uçurumda gibi sevdam, gel kurtar duvağından

Benim yükümlüğüm altındadır göklerinin peykesi.

Sen zemheri vurgunu bir nazlı çiçek!

Ormanların kuytusunda bir bahar filizi…

Dilensin arza bir rahmet, seninle ruhum

Uğradı mı yoluna, gecenin ay ışığı gölgesi.

Zaman her şeyi alır, götürür Firuze,

Gözlerinde solgun, yaralı nağmeler bırakır.

Endâmına bir lahza, hazin yağmurlar düşer…

Vakti gelince güzelliğinin de bedelini ödersin!!..

 

Zübeyde Demir

HASRETİN BİR SIRÂT

Bütün acziyetimi koynuma gömerek,

Dilekler bağladım yıldızların boynuna,

Tut ki, leylin seher vaktinde yüzüne değdiği

Bir şebnem olsun sunduğum.

Perişanlığımın zinciriyle, gönlümü esir alan bu mâzi,

Ellerini ver, buselerimle okşansın şimdi.

Sen ufuktan ziyâsıyla şulelerin kuşattığı,

Güneşten zerrelerle doğ ruhuma.

Bütün mevsimler bahâr olur adım attığında toprağa,

Ve sedân ile su, eyyâmında ömrümün bir rahmet eseri.

Seni özlemek, bütün çıkmazlara yeniden kilit vurmak gibi,

Seni özlemek, bütün karanlıklara yeniden katran karasıbir figân, bir vâveylâ gibi,

Vuslata ermeyecek hiçliğim.

Hasretin bir sırât, sûretinin verdiği loşluğa koşar adım gidiyorum,

Gönlümün uçarcasına asırlar süren, tükenmeyen sergüzeştini yokluyorum.

Terennüm etsin bu ruhum, güzelliğinin mehtâbında,

Aya uzatmışsın zülfünü, bilmem ki hangi hülyalarımda.

Söyle bu rüzgâr, kokunu, hangi takvimin eyyâmında getirecek,

Çorak topraklar endâmınla ne zaman boy verecek?

Her çırpınışla nefes nefes eksiliyorum 

rüyalarımda,

Gölgelerinle avunmak yetiyor tenime bazen,

Kulaklarım sesini arsız bir lehçe gibi fısıldıyor bazen.

Adın sanın, hangi ülkenin hangi semtinde ey sevi!

Konuş, uzakların ötesinden mesûd et bu sevdeni. 

Camları buğulanıyor ömrümün, rûhum yollarda seni gözlüyor 

Sensizlik bir zemheri, bir ayaz, bir kuz gibi,

Kül olan alaz gibi efkârım, tutuşur yine

kesretiyle,

Bilsem ki hiçliğimin âhir olan bu kasvetiyle,

Yokluğunun vehmiyle, bîçâre eriyor bu acîz.

 

Zübeyde Demir

İSLÂMBOL

İslâmbol demişler adına, saltanât-ı hükmünle pâyidârsın sen,

Alıp götürüyorsun cihândan elem ve kederi,

Rüzgâr esince, zamansız bir seyyâh gibi;

Seyrediyorsun âlemi, mukaddes bucâğında .

Ötelerden raksederek süzülüyor, kutsî ezgilerinle martılar;

Benimle birlikte dinliyor şâhlar, mâziden sesini.

Bir râyihâ gibi yayılırken âleme, ezân-ı kadîm Ayasofya’dan

Şûleleriyle ufuktan Kız Kulesi, gözlerimi senden alıyor.

Bütün ihtişâmınla rûh-ımuşahhas serilmişsin toprağa;

Bir vâveylâ tutturmuş bu şehir, rûhunla eş

Seni çağırıyor, zamândan münezzeh bir sevgili,

Sana serzeniş ediyor, kıyâmında Galata.

Beylerbeyi meydân okumak sana yaraşır, 

Boğazın kucağında endâmın, bir fetvâ gibi.

Yakamoz ziyâları güneşin, nakşederken sulara,

Adalardan elvân elvân kokan nümâyiş sakız çiçekleri.

Hâvrâsı, kilisesi, câmiisi ile iklîm-i medeniyetin bahçesi,

Rumeli, koynunda süzülen bir inci kolye misâli.

Ey İstanbul! Dolmabahçe Sarayı’nda gezinirken güzelliğin,

Yerebatan bir muhteşem, sarnıçtan elmas gibi.

Sen, gül yüzlüden müjdelenen rü’yâların ukbâsı!

Fetihler muştuladı Topkapı, yâdınla dünyaya.

Haliç’ten uzanıyor nûra, bu İslâm’ın serveri,

Eyüp Sultan’ın âmini, gönüller secdesinde haşroluyor.

Vapur sesine karışıyor, hengâme-i nazârın senin,

Titrek ezgilerle sokaklarda gramafon çalıyor.

Dersaadet’te bir başka saba yeli Süleymaniye’nin;

İsm-i Kuddûs’ün cilve-i âzamına mazhar, pâyitaht-ı âlemsin sen.

 

Zübeyde Demir 

×